Biyografi

Küçük bir çocukken de doktor olmayı isterdim. Özellikle matematik ve kimya dersleri için deliriyordum.
Üniversite sınavına hazırlanırken geç saatlere kadar odamın ışığı yanardı; rahmetli babam uyuyamamaktan şikayet ederdi.
Oda kapımın camını kocaman bir beyaz karton ile kaplayıp, üzerini bugün ilgi alanım olan biyokimyasal tepkimeler ve DNA ile ilgili tüm formüllerle doldurmuştum. Böylece ilk tercihim olan İstanbul Üniversitesi Çapa Tıp Fakültesi’ne girdim.

Tüm fakülte hayatım boyunca, eşim Dr. Atilla Şengör ile birlikte, bize hekim olmayı öğreten Dr. Ali Akyüz, Dr. Dursun Buğra, Dr. Demir Tiryaki, rahmetli Dr. Türkan Saylan ve burada adını anamadığım muhterem hocalarımın peşinde, ameliyatlara girdik, nöbetler tuttuk, onları asiste ettik.

Kariyerimin ilk basamağında düşüncelerimi şekillendiren, rol-model olan bu hocalarımdır. Ama bizler de sıradan öğrenciler değildik; hastaları yatak numaraları ile değil, isimleriyle bilirdik. Tıp fakültesini bitirdikten sonra uzmanlık sınavına çok iyi hazırlandım. O tarihte 1999 yılında Marmara depremi oldu ve bu olay benim rotamı değiştirerek Kocaeli Üniversitesi’ne girmeme neden oldu. Deprem sonrası bu dönem, dermatoloji ihtisasım için hem çok duygu yüklü hem de çok yoğun tecrübe ve bilgi birikimi sağlayan bir dönemdi.

Dermatoloji çok geniş bir branştır; cilt bulguları bazen sistemik sorunların işareti olabilir; adeta bir dahiliye uzmanı gibi bütünsel yaklaşım gerektirir. Bu nedenle branşım bana çok uygun, “cilt vücudun aynasıdır” felsefemin çıkış noktası oldu. Oldum olası bakımlı, süslü olmayı, sanatı, estetiği sevdim; bu nedenle ihtisasımda kozmetik dermatolojiye de ilgimin arttığını fark ettim. Özellikle bu konuda yurt dışı ve yurt içi toplantılara katılarak kendimi yetiştirdim.

İhtisasım biter bitmez, önce evime yakın olduğu için Altıntepe Kızılay’a başvurdum. İş ilanı vermedikleri halde CV’mi ve sertifikalarımı içeren kabarık dosyamla başhekime gittim. Kurumlarında kozmetik dermatoloji üzerine çalışan doktor olmadığını ve faydalı olabileceğimi söyledim. Bu ilk iş başvurumda şanslıydım ve hemen kabul edildim. Bir süre sonra rutin cilt hastalıklarının tedavilerine ek olarak kimyasal peeling, IPL tedavileri ve anti-aging uygulamalar yapmaya başladım. O dönemde ülkede özellikle kozmetik veya anti-aging üzerine çalışan dermatolog sayısı muhtemelen onu bulmazdı. Henüz dört ay bile olmadan Transmed’den teklif aldım; bünyesinde “kozmetik dermatoloji bölümü ve cilt laboratuvarı kuruluyordu. Adeta okul gibi ve heyecan verici bir klinikti. 2004 senesinde özel sektörde de sevdiğim alanda çalışmaya başlamış oldum, fakat burada ufkumu genişleten çok önemli bir husus daha vardı. Alanında çok iyi plastik cerrahların estetik operasyonları ile kendi çalışmalarımın hem sinerjisini hem de sınırlarını kavradım.

Yaklaşık iki yıl içinde yaşadıklarım çok güzel göründüğü kadar, yıpratıcıydı da. 2005 Mart sonu ilk oğlumu doğurduktan bir ay sonra işimin başındaydım. Annelik duygusu malum, herşeyin ötesindeydi ama tempom çok yükselmişti; aileme istediğim zamanı ayıramıyor olmam nedeniyle Transmed’den ayrıldım. Evime yakın bir kliniğe geçtim ve orada 5-6 ay çalıştım ve bu sürede oğluma rahatça zaman ayırabildim. Tabii bu güzel zaman kendi içinde ilhamları da barındırıyordu; Nişantaşı Sculpture Güzellik Merkezi’nin temellerini atıyorduk. 2006 Nisan ayında, yeşillikler içinde, bahçe katında yeni merkezimizi açmıştık. Benimle beraber, biri dermokozmetik ürün sektöründen, diğeri güzellik merkezi sahibi, tecrübeli iki ortağım vardı. Burada tek doktor olarak çalıştım; meslekte olduğu kadar, mesul müdür olarak yöneticilikte de deneyim kazandım. Ayrıca bu dönemde cilt ve beden sağlığı ilişkisini koruyabilmeyi amaçlayan “metabolik balans sistemi” konusunda da çalıştım. Bu sayede “üç öğün yeme felsefesi” ile insülin direnci olan bir çok hastamı tedavi ettim.

2010 yılında ikinci oğlumu dünyaya getirdim. Bir süre sonra oğullarıma, eşime, ekibimde çalışanlara, ortaklarıma, ve hastalarıma karşı sorumluluklarım, tek başına bana ağır gelmeye başladı. Yükümü paylaşabileceğim bir yapı benim için daha uygundu ve iki yıl sonra ortaklarıma devir yaparak, 2012 yılında plastik cerrah olan, sevgili Dr. Tunç Tiryaki ile Cellest’te bir araya geldik. Burası güzellik merkezi değil, bir klinikti ve yönetim yükünü taşımıyordum. Neştersiz ve neşterli, estetiğe dair her şey, sinerji içinde, keyifli, tecrübeyi yükselten, nasıl geçtiğini anlamadığım bir 8 yıl. 2020 yılında pandeminin başında, kendimi dinleyerek hem işimi hem kendimi, “özelleştiğim alanda” geliştirebileceğim koşulları düşünme fırsatı buldum. Neştersiz yüz germe ile ilgili uyguladığım tedaviler üzerine odaklanabildiğim, sakin ve gelişmiş bir düzen kurmak istedim. Eşimle ortak hayalimiz olan “beraber çalışmayı” da çok istiyorduk. Artık Akmerkez Rezidans’taki muayenehanemizde, kendi branşlarımızda, pandemi koşullarımızı çok net oluşturmuş halde ve kontrollü bir randevu sistemi ile çalışıyoruz.

Google Yorumlar